• slayt
  • slayt
  • slayt
  • slayt
  • slayt
Duyurular

Sayın Üyelerimiz derneğimize katkılarınızı bekliyoruz.

Aidat ve bağışlarınızı Akbank T.A.Ş Çatalca Şubesi, Şube Kodu:211, Hesap No:79253 nolu hesaba yatırabilirsiniz.


Dosya indirme bölümünden "Dernek üyelik formu"nu doldurup Temsilciliklerimize elden teslim edebilirsiniz


İstanbul Hava Durumu
Anket
Döviz Bilgieri
Merkez Bankası Döviz Kuru
  ALIŞ   SATIŞ
USD 0   0
EURO 0   0
       
Özlü Sözler
Hedefi olmayan gemiye hiçbir rüzgar yardım edemez. (Montaigne)
İstanbul sur dışında, vefalı bir küçük şehir; Çatalca...


İstanbul sur dışında Makriköy (Bakırköy), Küçükçekmece, Avcılar, Papazburgaz’dan geçen yolun adı “şarap yolu” idi.

Trakya’nın kapısı olan kasabada rutubet hiç eksik olmazdı.

 Kasaba ve karyelerinde yaşayanların çoğu romatizma hastası idi. Bunun sebebine gelince, Karadeniz ve Marmara denizinden gelen rüzgârlardı. Bu kasabada Lodos ve Poyrazın uğramadığı mekân yoktu. Kasaba; iki mahallesi, bakımsız sokakları birbirine bağlayan çamurlu geçit vermeyen tüm yolları ile içinde yaşayan kasabalıyı bezdirecek bir konumda idi. Kasabanın iki mahallesinden biri olan gayrimüslim mahallesinde bakkal, manifaturacı, kahvehaneler, meyhaneler, berber, terzi, demirci ve kunduracıların bulunduğu Lomborloz Deresi, üzerinde; evlerinin bahçelerinde lokum fırınları olmayan mahallelilerin, ayazmalarda ekşi mayalarla mayalarını tutturdukları daha sonra da büyük emeklerle yapılan, üzerlerine kendilerine has özel işaretleri yapıştırdıkları (fasulye-çıbık, kuru bakla, nohut, leblebi gibi) ve peşkirlere sarılarak getirilen ev ekmeklerini pişirme fırınlarının, has unların özenle öğütüldüğü değirmenlerin bulunduğu çarşıya bağlanırdı. Kasaba, geceleri, zifiri karanlık ve masallarda anlatılan korkunç hikâyelerin yaşandığı masal şehirleri gibi olurdu. Kasaba, geceleri, sessiz ve gizemli idi. İstanbul’un sur dışında kalan bu küçük kasabasını; gayrimüslim mahallesindeki sığır meydanında bulunan, Ermeni Terzi Garbis’in babası Gazaroz Efendi’nin sabah karanlığında açtığı Asmaki Kır Kahvesi’nde yanan meşale ve mumlar aydınlatırdı. Geceleri, Topuklu Havuzu’ndan Kırk Merdiven’e çıkan yolda; ellerinde fener ve lambalarla kadınların,  misafirliğe gittikleri komşularından pidakimuları (çocukları), kuriçleri (kız çocuğu) ile koştura koştura evlerine döndüklerini görebilirdiniz. Sabah olunca kasabanın sessizliği; Sürgün, Çiftlik, Papazburgaz, Ekşinoz, Çakıl, Elbasan, Terkoz, Mertenek, Balaban, Nakkaş, Kalfa, İnceğiz, Kabakça, Kalikıratya gibi kasaba karyelerinden iş ve ticaret için kasabaya gelen manda, at, öküz arabaları ve kasabanın her iki çıkışında bulunan sığır meydanında sığırtmaç Kosta’ya otlatması için teslim edilen inek, koyun sürülerinin korkunç sesleri bozardı. Ne ses ama! Kasabanın ahşap evlerindeki tüm camlar zangır zangır sallanırdı. Kırılanlar da gazete kâğıtlarıyla, bezlerle sarılırdı. Cam yoktu. Cam, şayet İstanbul’dan, o da; Yenikapı’da bulunup, mal takasıyla alınıp, kırılmadan, getirilebilirse bin bir rica ile Bezirgân Fotaki Efendi’nin yanında çalışan ve elinden her iş gelen Niko Efendi’ye taktırılırdı. Kasabanın sessizliğini bozan onca şeyin üstüne bir de, Tekirdağ ve Silivri’den İstanbul’a giderken kasabada mola veren; üzüm, şarap, topatan kavunu, siyah çekirdekli Karagülle bostan karpuzu, incir, dut, güğümlerde süt, karavanalarla yoğurt taşıyanlar ile İstanbul Makriköy, Tatavla, Yeşilköy Çiftliği, Küçükçekmece, Büyükçekmece, Celaliye, Bigados’dan akrabalarını ziyaret gelenlerin at ve öküz arabalarının gürültüleri eklenince kasaba tam bir panayır yerine dönerdi. Bu kasabada yaşayanlar, birbirlerine, isimlerin (Ahmet Ağa, Mehmet Ağa, Caca Fiku, Faka, Faik Efendi, Caca İşkendo, Uzun Hasan, Hayri Bey, Mişon, Kirkor, Yani, Aguş, Fotaki, Vasil, Arbaş, Partuk, Pandelli, Hamdo…) önüne mesleklerini koyarak (sütçü, abacı, kuyumcu, demirci, gemici, bezirgân, meyhaneci, kahveci, berber gibi) seslendikleri için kimin Ermeni, kimin Rum, kimin Yahudi olduğunu anlayamazdınız. Kasabada, kimi zaman; Müslüman Mahallesinden gelen bir delikanlının kahvede bir Rum genci ile sohbet ettiğini görür, kimi zaman da bir Ermeni’nin meyhanede Rum delikanlı ile dertleştiğine şahit olurdunuz. Kasabalılar, yaşamlarını; din farkı gözetmeksizin, farklı kültürlerle iç içe, birbirlerinden kız alıp vererek, kendi örf ve adetleri çerçevesinde, birbirine saygılı ve mütevazı bir şekilde sürdürürlerdi. İkinci Haçlı Seferi’nde kasaba ovasında bölgeyi kan revan içinde bırakan mezhep kavgalarına, Melas’ın gazabına, Osmanlı Devleti zamanında Müslüman Mahallesi’nde sarayların yapımına tanık olmuş; Çatalca ve karyelerinde bulunan Osmanlı kayıkhanelerinde, dalyanlarında, bostanlarında, sebze bahçelerinde çalışmışlardı. Urumeli’den gelip Dersaadet’e giden koyun ve kuzuların Karasu Deresi’nden geçişlerine yardım etmişlerdi. Çatalca’daki Osmanlı saraylarında lalaları ile ders çalışan şehzadelerin bağrışmalarını ilgiyle izlemiş, av için kasabaya gelen Osmanlı Sultanlarının av partilerini görmüşlerdi. Kabakçı Mustafa’nın başını çektiği Yeniçeri isyanı sırasında tarihi kasaba hamamında sallanan kılıç seslerini duymuş, Mimar Sinan’ın yaptığı Ferhatpaşa Çeşmesi’ne takılan burmalardan suları kana,kana içmişlerdi. Balkan Savaşı’nda, evleri top seslerinden büyük hasarlar görmüştü. Cumhuriyet coşkusu, tüm kasabalılarca, Topuklu Havuzu etrafında coşku ile kutlanmıştı. Kasaba Eyüp kadılığına bağlı bir sancakken de, vilayetken de, onların ataları hep burada idi. Gayrimüslim bir kadın hastalanan çocuğu için mahallesindeki Papaz Efendi’yi bulamazsa Müslüman mahallesindeki Hoca Efendi’den yardım isterdi. Asmaki Kır Kahvesi’nde sanatçıları, gramofonda çalan taş plakları çitlembik kahvesi içerek birlikte dinlerlerdi. Tavernada birlikte sirto çeker, Palanga Eğlence Bahçesi’nde birlikte eğlenirlerdi. Sütçü Pandelli’nin taze pişmiş, mis gibi kokan sütlacını birlikte yerlerdi. Meryem Ana Festivalleri’ne, Topuklu Havuzu’nda yapılan yortulara, panayırlara birlikte gidip; tavşan oynatıcılarını, ip cambazlarının hünerlerini, güreşerek kazanan pehlivanları birlikte alkışlarlardı. Belediye Başkanı İstavraki Efendi de, Belediye ebesi Locika Ebe de, Belediye eczacısı Vartan Efendi de, berber de, meyhaneci de, abacı da, çarşı esnafı da yani kasabadaki hiç kimse, hiç bir zaman adam ayırmazdı. Koyunları birlikte semizletir, keserler; teleme peynirlerini, yoğurtları birlikte yaparlardı. Harmanı el birliği ile kaldırıp değirmenlere getirir; değirmende öğüttükleri undan, ekşi maya ile yapılan köy ekmeklerini lokum fırınlarında pişirirlerdi. Gözlerinden sakınarak büyük bir özenle baktıkları bağlarda çeşit çeşit istafila (üzüm) yetiştirip, bu üzümleri bağlardan; kimi zaman at ve öküzlerle, kimi zaman da sepetlerle yayan halde taşıyıp, büyük zahmetlerle çamurlu bozuk yolları aşarak evlere getirir, her evin altında bulunan Galata’dan gelme meşe fıçılarda bekleterek yakut renkli şaraplar, şıralar, sirkeler yapar ve birlikte satarlardı. Hıdrellezlerden bir gün önce Çukur Çeşme’de, Domuz Dere’de yakılan ateşe konan büyük bir kazanda soğan kabukları, ıspanak ile yumurtaları boyar; vasiloptaları, rufteynuları, pitaları, kurabiyeleri, yemekleri birlikte yapar sonra da afiyetle yerlerdi. Hıdrellezde mezarları temizler, birbirlerine maniler söyleyerek bir merkebin kuyruğuna hediyeler asarlar, daha sonra bu hediyeleri birbirilerine gülüşerek verirlerdi. İstanbul’da yaşanan büyük su sıkıntısından dersler çıkartarak yapılan Topuklu Havuzu ve Melas(Karasu Deresi)’ta kilimleri, yorganları, çamaşırları, patiskaları yıkayıp, kar gibi yaparlardı. Çamaşır yıkamanın yanı sıra aynı zaman da, Melas’ta hem balık tutar hem de yüzerlerdi. Fesat Tepe’den gelen derenin, Lomborloz’un ve kasaba altından geçen Kırk Dere’nin sularının kabarması ile meydana gelen sel felaketinin yaralarını sararken de, kasabada yaşanan korkunç deprem sonrası yaşanan acılarda da, çarşıda başlayıp mahalledeki tüm ahşap evleri yakan yangında da yine omuz omuza ve yine birlikteydiler. Yoksul ama mutluydular. Ta ki,1924 yılında imzalanan Lozan Antlaşması gereğince, Yunanistan’la yapılan “karşılıklı insan değişimi” yani ‘’mübadele’’ye kadar. Kasabalının; o güne kadar birçok şeyi paylaştığı, birlikte barış ve huzur içinde yaşadığı o çok sevdikleri Rum hemşerileri, arkadaşları, dostları, komşuları bir sabah erkenden garda kendilerini bekleyen kara bir trene binip, “yurt” bildikleri kasabalarını öksüz bırakarak Yunanistan’ın çeşitli şehirlerine doğru yola çıktılar. Uzaklaşmakta olan trenin düdüğü acı acı çalarken, bir daha asla göremeyeceklerini bildikleri yaşlı kasabaya ağlayarak son defa baktılar. Yortuların yapıldığı Topuklu Havuzu, Rum Kız Okulu, Fotaki Çeşmesi, Rum Kız Okulu’na hediye edilen saat, Kırk Merdiven, Çukur Çeşme, Domuz Dere, trene bindikleri gar, ayazmalar, yaşadıkları evlerin birçoğu, taverna binası, palanga yeri, dibek taşları bugün hala dimdik ayakta durmakta. Sizleri kasabanın Gayrimüslim Mahallesi’ndeki sokaklarda, çarşı içinde dolaşarak Topuklu Çeşmesi’nden ve havuzundaki mermer duvarlardan kazıyarak çıkardığım anılara dokunmaya davet ediyorum. Beğenmeniz dileği ile Buyurunuz Efendim…

 

Bilinmeyen Çatalca Kitabından

Oktay Güldüren 15-10-2013
Oktay Güldüren Arşivi/ 1562​



Oktay Güldüren
Okunma Sayısı: 4847


13.59.137.145








YAZARIN DİĞER YAZILARI

Başkan'ın Mesajı

Unutmamak bazen mutluluktur, her başka bir umutla aydınlanır gökyüzü...  Evimizin odalarından birinde duvarda asılı duran bir tesbih, aklımda bir fotoğraf karesidir. Ziyaret ettiğimiz akraba, komşu evlerinde böyle eski eşyalar oluşu da... Bir duvar halısı, bir gaz lambası, siyah-beyaz fotoğraflar , bir çeyiz sandığı, ya da kanaviçe işlemeli bir mutfak perdesi... Perdeyi süsleyecek motifleri aşkla seçerken o zamanın genç kızları, bir gün olup oradaki karanfillerin, güllerin çok eskide kalmış, gönderilmek zorunda bırakıldıkları mahallelerinden çiçek kokusu getirebileceğine inanırmıydı? Çok uzaklarda, gençliklerinde kalmış türkülerden neşeli bir ezginin gözlerini buğulandırabileceğini..?     ***  İnsan büyüdükçe okur o eşyaların ruhunu. Masa başında toplanan ev halkının,”bizim memleketin çorbası”,”bizim oraların böreği”diye sevinçle kaşık çalarken tabağa, kalplerinden, beyinlerinden hangi hatıraların geçtiğini biliriz.  Ninelerimizin hala sakladığı çeyiz sandıklarından çıkan anıları... Gürül gürül yanan, alevleri duvarlarda dans eden soba ateşinin sıcağında, hasret dolu kucaklarda dinlerdik Selanik’ten, Nasliç’ten, Doyran’dan çıkıp gelen büyüklerimizin hikayelerini. Masallarımız”göç”tü bizim...     *** O duvarda asılı tesbih taneleri, her biri biryerlere dağılmış mübadiller gibiydiler. O taneleri hem Yunanistan’da, hem de Türkiye toplakları üzerinde buluşturmak için çıktık bu yola. Böreklerimizi, çorbalarımızı, memleket yemeklerimizin tadını kaybetmeyelim istedik. Zira; O yemeklerin tadında hepimizin çocukluğu, çocukluğumuzun kokusu var.  Sınırların arkasında kalan türkülerimizi, danslarımızı, ağıtlarımızı unutmayalım/ unutturmayalım istedik.     *** Hayatı boyunca yaşadığı yerleri, birgün yeniden görmek umudu ile yaşayan iki yaka insanlarını bulmak ve buluşturmak istedik. 2014 yılında, Büyük Mübadele Derneği”adı altında bu amaçlarla çıktığımız yolda; Gözlerini“bir gün yaşadığım yerlere yeniden gideceğim”umuduyla kapatanların mezar yerlerine bir avuç toprağın götürülmesini gördükçe, kültürleri unutturmamak adına yaptığımız çalışmalarla, günden güne çoğalan üyelerimizle, doğru yolda olduğumuza yürekten inanıp, çalışmaya devam ediyoruz. Unutmamak bazen mutluluktur... Saygı ve sevgilerimle.....

Aidat Borcu Sorgulama
Köşe Yazıları
FATMA ARIKAN

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Özlem Vardar

HAKAN ETEKE

HAKAN ETEKE

Özlem Vardar

Özlem Vardar

Sevim Güney

Oktay Güldüren

Hulusi Üstün

Aycan Yılmaz

Filiz Özsoy

İskender Özsoy

Son Ziyaretçi Yorumları
Günlük Gazeteler

 

© Copyright 2020  V4.1 Tüm Hakları Saklıdır. | Dernek Sitesi | Köy Sitesi


Top