Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
İstanbul sur dışında Makriköy (Bakırköy), Küçükçekmece, Avcılar, Papazburgaz’dan geçen yolun adı “şarap yolu” idi.
Trakya’nın kapısı olan kasabada rutubet hiç eksik olmazdı.
Kasaba ve karyelerinde yaşayanların çoğu romatizma hastası idi. Bunun sebebine gelince, Karadeniz ve Marmara denizinden gelen rüzgârlardı. Bu kasabada Lodos ve Poyrazın uğramadığı mekân yoktu. Kasaba; iki mahallesi, bakımsız sokakları birbirine bağlayan çamurlu geçit vermeyen tüm yolları ile içinde yaşayan kasabalıyı bezdirecek bir konumda idi. Kasabanın iki mahallesinden biri olan gayrimüslim mahallesinde bakkal, manifaturacı, kahvehaneler, meyhaneler, berber, terzi, demirci ve kunduracıların bulunduğu Lomborloz Deresi, üzerinde; evlerinin bahçelerinde lokum fırınları olmayan mahallelilerin, ayazmalarda ekşi mayalarla mayalarını tutturdukları daha sonra da büyük emeklerle yapılan, üzerlerine kendilerine has özel işaretleri yapıştırdıkları (fasulye-çıbık, kuru bakla, nohut, leblebi gibi) ve peşkirlere sarılarak getirilen ev ekmeklerini pişirme fırınlarının, has unların özenle öğütüldüğü değirmenlerin bulunduğu çarşıya bağlanırdı. Kasaba, geceleri, zifiri karanlık ve masallarda anlatılan korkunç hikâyelerin yaşandığı masal şehirleri gibi olurdu. Kasaba, geceleri, sessiz ve gizemli idi. İstanbul’un sur dışında kalan bu küçük kasabasını; gayrimüslim mahallesindeki sığır meydanında bulunan, Ermeni Terzi Garbis’in babası Gazaroz Efendi’nin sabah karanlığında açtığı Asmaki Kır Kahvesi’nde yanan meşale ve mumlar aydınlatırdı. Geceleri, Topuklu Havuzu’ndan Kırk Merdiven’e çıkan yolda; ellerinde fener ve lambalarla kadınların, misafirliğe gittikleri komşularından pidakimuları (çocukları), kuriçleri (kız çocuğu) ile koştura koştura evlerine döndüklerini görebilirdiniz. Sabah olunca kasabanın sessizliği; Sürgün, Çiftlik, Papazburgaz, Ekşinoz, Çakıl, Elbasan, Terkoz, Mertenek, Balaban, Nakkaş, Kalfa, İnceğiz, Kabakça, Kalikıratya gibi kasaba karyelerinden iş ve ticaret için kasabaya gelen manda, at, öküz arabaları ve kasabanın her iki çıkışında bulunan sığır meydanında sığırtmaç Kosta’ya otlatması için teslim edilen inek, koyun sürülerinin korkunç sesleri bozardı. Ne ses ama! Kasabanın ahşap evlerindeki tüm camlar zangır zangır sallanırdı. Kırılanlar da gazete kâğıtlarıyla, bezlerle sarılırdı. Cam yoktu. Cam, şayet İstanbul’dan, o da; Yenikapı’da bulunup, mal takasıyla alınıp, kırılmadan, getirilebilirse bin bir rica ile Bezirgân Fotaki Efendi’nin yanında çalışan ve elinden her iş gelen Niko Efendi’ye taktırılırdı. Kasabanın sessizliğini bozan onca şeyin üstüne bir de, Tekirdağ ve Silivri’den İstanbul’a giderken kasabada mola veren; üzüm, şarap, topatan kavunu, siyah çekirdekli Karagülle bostan karpuzu, incir, dut, güğümlerde süt, karavanalarla yoğurt taşıyanlar ile İstanbul Makriköy, Tatavla, Yeşilköy Çiftliği, Küçükçekmece, Büyükçekmece, Celaliye, Bigados’dan akrabalarını ziyaret gelenlerin at ve öküz arabalarının gürültüleri eklenince kasaba tam bir panayır yerine dönerdi. Bu kasabada yaşayanlar, birbirlerine, isimlerin (Ahmet Ağa, Mehmet Ağa, Caca Fiku, Faka, Faik Efendi, Caca İşkendo, Uzun Hasan, Hayri Bey, Mişon, Kirkor, Yani, Aguş, Fotaki, Vasil, Arbaş, Partuk, Pandelli, Hamdo…) önüne mesleklerini koyarak (sütçü, abacı, kuyumcu, demirci, gemici, bezirgân, meyhaneci, kahveci, berber gibi) seslendikleri için kimin Ermeni, kimin Rum, kimin Yahudi olduğunu anlayamazdınız. Kasabada, kimi zaman; Müslüman Mahallesinden gelen bir delikanlının kahvede bir Rum genci ile sohbet ettiğini görür, kimi zaman da bir Ermeni’nin meyhanede Rum delikanlı ile dertleştiğine şahit olurdunuz. Kasabalılar, yaşamlarını; din farkı gözetmeksizin, farklı kültürlerle iç içe, birbirlerinden kız alıp vererek, kendi örf ve adetleri çerçevesinde, birbirine saygılı ve mütevazı bir şekilde sürdürürlerdi. İkinci Haçlı Seferi’nde kasaba ovasında bölgeyi kan revan içinde bırakan mezhep kavgalarına, Melas’ın gazabına, Osmanlı Devleti zamanında Müslüman Mahallesi’nde sarayların yapımına tanık olmuş; Çatalca ve karyelerinde bulunan Osmanlı kayıkhanelerinde, dalyanlarında, bostanlarında, sebze bahçelerinde çalışmışlardı. Urumeli’den gelip Dersaadet’e giden koyun ve kuzuların Karasu Deresi’nden geçişlerine yardım etmişlerdi. Çatalca’daki Osmanlı saraylarında lalaları ile ders çalışan şehzadelerin bağrışmalarını ilgiyle izlemiş, av için kasabaya gelen Osmanlı Sultanlarının av partilerini görmüşlerdi. Kabakçı Mustafa’nın başını çektiği Yeniçeri isyanı sırasında tarihi kasaba hamamında sallanan kılıç seslerini duymuş, Mimar Sinan’ın yaptığı Ferhatpaşa Çeşmesi’ne takılan burmalardan suları kana,kana içmişlerdi. Balkan Savaşı’nda, evleri top seslerinden büyük hasarlar görmüştü. Cumhuriyet coşkusu, tüm kasabalılarca, Topuklu Havuzu etrafında coşku ile kutlanmıştı. Kasaba Eyüp kadılığına bağlı bir sancakken de, vilayetken de, onların ataları hep burada idi. Gayrimüslim bir kadın hastalanan çocuğu için mahallesindeki Papaz Efendi’yi bulamazsa Müslüman mahallesindeki Hoca Efendi’den yardım isterdi. Asmaki Kır Kahvesi’nde sanatçıları, gramofonda çalan taş plakları çitlembik kahvesi içerek birlikte dinlerlerdi. Tavernada birlikte sirto çeker, Palanga Eğlence Bahçesi’nde birlikte eğlenirlerdi. Sütçü Pandelli’nin taze pişmiş, mis gibi kokan sütlacını birlikte yerlerdi. Meryem Ana Festivalleri’ne, Topuklu Havuzu’nda yapılan yortulara, panayırlara birlikte gidip; tavşan oynatıcılarını, ip cambazlarının hünerlerini, güreşerek kazanan pehlivanları birlikte alkışlarlardı. Belediye Başkanı İstavraki Efendi de, Belediye ebesi Locika Ebe de, Belediye eczacısı Vartan Efendi de, berber de, meyhaneci de, abacı da, çarşı esnafı da yani kasabadaki hiç kimse, hiç bir zaman adam ayırmazdı. Koyunları birlikte semizletir, keserler; teleme peynirlerini, yoğurtları birlikte yaparlardı. Harmanı el birliği ile kaldırıp değirmenlere getirir; değirmende öğüttükleri undan, ekşi maya ile yapılan köy ekmeklerini lokum fırınlarında pişirirlerdi. Gözlerinden sakınarak büyük bir özenle baktıkları bağlarda çeşit çeşit istafila (üzüm) yetiştirip, bu üzümleri bağlardan; kimi zaman at ve öküzlerle, kimi zaman da sepetlerle yayan halde taşıyıp, büyük zahmetlerle çamurlu bozuk yolları aşarak evlere getirir, her evin altında bulunan Galata’dan gelme meşe fıçılarda bekleterek yakut renkli şaraplar, şıralar, sirkeler yapar ve birlikte satarlardı. Hıdrellezlerden bir gün önce Çukur Çeşme’de, Domuz Dere’de yakılan ateşe konan büyük bir kazanda soğan kabukları, ıspanak ile yumurtaları boyar; vasiloptaları, rufteynuları, pitaları, kurabiyeleri, yemekleri birlikte yapar sonra da afiyetle yerlerdi. Hıdrellezde mezarları temizler, birbirlerine maniler söyleyerek bir merkebin kuyruğuna hediyeler asarlar, daha sonra bu hediyeleri birbirilerine gülüşerek verirlerdi. İstanbul’da yaşanan büyük su sıkıntısından dersler çıkartarak yapılan Topuklu Havuzu ve Melas(Karasu Deresi)’ta kilimleri, yorganları, çamaşırları, patiskaları yıkayıp, kar gibi yaparlardı. Çamaşır yıkamanın yanı sıra aynı zaman da, Melas’ta hem balık tutar hem de yüzerlerdi. Fesat Tepe’den gelen derenin, Lomborloz’un ve kasaba altından geçen Kırk Dere’nin sularının kabarması ile meydana gelen sel felaketinin yaralarını sararken de, kasabada yaşanan korkunç deprem sonrası yaşanan acılarda da, çarşıda başlayıp mahalledeki tüm ahşap evleri yakan yangında da yine omuz omuza ve yine birlikteydiler. Yoksul ama mutluydular. Ta ki,1924 yılında imzalanan Lozan Antlaşması gereğince, Yunanistan’la yapılan “karşılıklı insan değişimi” yani ‘’mübadele’’ye kadar. Kasabalının; o güne kadar birçok şeyi paylaştığı, birlikte barış ve huzur içinde yaşadığı o çok sevdikleri Rum hemşerileri, arkadaşları, dostları, komşuları bir sabah erkenden garda kendilerini bekleyen kara bir trene binip, “yurt” bildikleri kasabalarını öksüz bırakarak Yunanistan’ın çeşitli şehirlerine doğru yola çıktılar. Uzaklaşmakta olan trenin düdüğü acı acı çalarken, bir daha asla göremeyeceklerini bildikleri yaşlı kasabaya ağlayarak son defa baktılar. Yortuların yapıldığı Topuklu Havuzu, Rum Kız Okulu, Fotaki Çeşmesi, Rum Kız Okulu’na hediye edilen saat, Kırk Merdiven, Çukur Çeşme, Domuz Dere, trene bindikleri gar, ayazmalar, yaşadıkları evlerin birçoğu, taverna binası, palanga yeri, dibek taşları bugün hala dimdik ayakta durmakta. Sizleri kasabanın Gayrimüslim Mahallesi’ndeki sokaklarda, çarşı içinde dolaşarak Topuklu Çeşmesi’nden ve havuzundaki mermer duvarlardan kazıyarak çıkardığım anılara dokunmaya davet ediyorum. Beğenmeniz dileği ile Buyurunuz Efendim…
Bilinmeyen Çatalca Kitabından
Oktay Güldüren 15-10-2013
Oktay Güldüren Arşivi/ 1562