Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
Ayrılık Gemisi
"Mübadiller Kaybedilmiş Toprakların Aziz Hatıralarıdır"
M.KEMAL ATATÜRK
1925-Selanik
Sabahın erken saatleriydi, uyanmışlar ve yola çıkmak için hazırlanmışlardı. Daha önceden denk ettikleri üç beş parça eşyaları, kapının hemen girişinde onları bekliyordu. Oğulları Yusuf annesinin elinde huysuzlanıyor, gitmemek için direniyordu.
Mustafa, artık son kez evlerinin kapısını çekmiş, iyi kapanıp kapanmadığından emin olmak için geriye doğru itmişti. Pakize'nin ise gözünden yaşlar sicim gibi akıyordu. Zayıf görünümlü, soluk beyaz tenli genç kadın, bu gün daha da soluk görünüyordu. Eğildi, yerdeki topraktan bir avuç aldı. önce kokladı sonra kenarı işli mendiline sarıp, saklıyı verdi çantasının derinliklerine. Ayrılıyorlardı; Evlerinden, yurtlarından, geçmişlerinden. sökülüp başka yere ekilmek istenen bir ağaç gibi. Kökleri sızlıyor, üşüyorlardı.
Mübadilleri taşıyan bu gemiye binmeleri pek o kadar kolay olmadı. Evlerinden ayrıldıktan kaç gün sonra bine bilmişlerdi bu ayrılık gemisine, kendileri de bilmiyordu. Geride bırakıp her şeyi, bir daha hiç geri dönmemek üzere ilk adımlarını attılar bu Ayrılık Gemisine.
Güvertede buldukları, bir yere iliştiler öylece. Biraz ürkekçe kader ortakları Kalabalığa bakarken, herkes bir yer bulma telaşındaydı. Bu telaşlı hallere, çocuk ağlamaları karışıyordu. Gemide bulunanların pek çoğunun yüzünde telaşın haricinde endişeli bir ifade hakimdi. Kendilerini nasıl bir hayatın beklediğini bilmeyen bu insanlar, kendilerini bilinmeze doğru götüren bu Ayrılık Gemisiyle yeni yaşamlarına doğru gitmekteydiler. Evlerine, tarlalarına, dükkanlarına yani ne varsa varlıkları belgelenmiş ve tutuşturulmuştu ellerine. Bu belge onların en değerli hazineleriydi. Tabi Mustafa ve ailesi içinde. O yüzden kaybedip etmediğinden emin olmak istercesine defalarca kontrol etti kahverengi ceketinin sol üst cebini.
Bu Ayrılık Gemisi, artık yeterince yolcu almış, yola çıkmak için hazırdı. Üç kez uzun uzun çaldı sirenini, Selanik'i son kez Selamlamak için. Kimi mendil salladı, kimi ağladı, kimi ise sustu ve bir daha bahsini açmamak için.
O vakte kadar hiç ağlamayan Mustafa'nın ise gözünden yaşlar sicim gibi akmaya başladı. Kızanı Yusuf ile hanımı Pakize ise birbirlerine sarılmışlar öylece izliyorlardı ayrılık anını. bir anda üşüdü Mustafa. Bir öksüz kaldığı gün böyle üşümüştü, birde bugün. Anadan ayrılmak gibiydi, Anayurdundan ayrılmak.
Gökyüzündeki bulutlarda, dayanamamıştı bu tanık olduğu an'a ve Çiselemeye başladı yağmur, inceden inceden..Döküldü dudaklarından Mustafa'nın Sessiz bir Söz ve ıslak bir Elveda...
Istanbul -2011
Akşam vaktiydi otobüse binişim. bir sırt çantasına koyduğum bir kaç parça eşyamla çıktığım bu yolda biraz heyecanlı, biraz mutlu, bir o kadarda duyguluydum. Otobüs, yavaş yavaş İstanbul'dan ayrılırken, şehrin büyük gökdelenlerinin renkli ışıklarının yerini, otobanın aydınlatma lambaları alıyordu.
Yol boyunca uyuyamıyor ve camdan etrafa bakıyordum. Uzaktan görünen tek tük evlerin cılız ışıkları görünüyordu. üç dört saat süren yolculuğun ardından Tekirdağ Keşan yolu üzerinden İpsala sınır kapısına ulaşmıştık. Pasaport işlemlerinin ardından Türkiye'den çıkış işlemlerimiz sabaha karşı tamamlanmıştı. Otobüsümüz yavaş yavaş Meriç üzerinden, iki ülke askerinin karşılıklı nöbet tuttuğu köprüden geçiyordu. Köprünün Türkiye sınır tarafı kırmızı beyaz boyalı, Yunanistan tarafı ise Mavi Beyaz boyalıydı. Direkte sallanan Ay Yıldızlı Bayrağımıza son kez bakarken ben, komşu ülkeye geçmiştik artık.
Yolculuğumuz, Rodop dağlarının etekleri, uçsuz bucaksız tarlalar ve Volvi gölünün manzarasıyla keyifli bir şekilde geçti. Ancak Gökyüzü, biraz gri, güneş ise tam olarak görünmediğinden her an yağmur yağacak gibi görünüyordu. Selanik'e doğru yaklaşmak üzereyken, yağmur hakikaten yağmaya başladı. Üstelik oldukça şiddetli bir şekilde. Hava o kadar karardı ki, sanırsınız ki sabah vakti değil de akşam vakti. yol kenarlarından akan yağmur suları adeta ufak derecikler oluşturuyordu. Selanik'in bu kadar ağlamasına dayanamadım ve seslendim ona;
- Sitem etme! Bak işte buradayım, Seni görmeyi geldim, verilmiş bir sözü geçte olsa tutmaya geldim…Sil gözlerinin yaşını, izin ver de, sana sarılayım.
Biraz nazlandıktan sonra, o da silmişti gözünün yaşını. Selanik Merkezine vardığımızda yağmur tamamen kesilmişti. biraz öteden görünen uzun sahil şeridi bana İzmir Konak'ı anımsattı. Otobüsten biraz ötede inip sahil boyunca yürümeye başladım. yolun bir tarafı, deniz bir tarafı yanyana apartman altı kafelerle doluydu. Kafeler de bir sürü insan tanıdık müziklerin yabancı sözleri eşliğinde sohbet ediyordu Tek başıma yürürken, kollarımı açtım ve hakkımda ne düşünüleceğini düşünmeden, Var gücümle bu yabancı ama bir o kadar da tanıdık şehre sarıldım. Sanki o an Mustafaydım, Pakizeydim, Yusuftum, Ayrılık gemisinin yolcusuydum .
Sahilde bulunan Beyaz Kuleye ulaştığımda, Rehberimiz bekliyordu. Atatürk'ümüzün evine gitmek üzere ayrıldık. Atamızın pembe boyalı evine vardığımızda tarif edilmez duygular yüreğimi sardı. Bahçede bulunan o büyük nar ağacına eski bir dostu görmüş gibi yavaşça dokundum. Evi gezerken ise, Büyükelçilik görevlilerinin yada rehberin söylediği hiçbir şeyi duymuyordum. Her bir köşeyi, her asılı resmi, her sergilenen eşya ayrı ayrı inceliyor, fotoğraflar çekiyordum. Hayat boyu unutamayacağım anımın, şahitlerine ait elimdeki deftere kısa kısa notlar alıyordum.
Ertesi gün, Otobüsümüz sabahın erken saatlerinde ayrılırken, güneş yüzünü hafiften gösteriyordu. Verilmiş bir söz, biraz gecikmelide olsa tutulmuştu, mutluydum.
Vardar ovasının kenarından geçerken, O anı ölümsüzleştirmek için fotoğraf çekerken söylemeye başladım bilindik o türküyü;
Maya dağdan kalkan kazlar, Al topuklu beyaz kızlar,
Bir otobüs dolusu insanda eşlik etmeye başladı bana...
Vardar ovası, Vardar Ovasııııı, Kazanamadım sıla parası!
Özlem VARDAR