Merkez Bankası Döviz Kuru | |||
ALIŞ | SATIŞ | ||
USD | 0 | 0 | |
EURO | 0 | 0 | |
YURDUMUZ TÜRKİYE MEMLEKETİMİZ SELANİK
Dokuz yaşıma basacaktım o gün, içimde bir sevinç ve mutluluk ile uyanmıştım, arkadaşlarımı bize çağırıp oyunlar oynamaktı tek hayalim nenem başını cama dayamış uzaklara dalmıştı koşarak gittim yanına ve sordum arkadaşlarımın bize gelip gelemeyeceğini gergin ve tedirgin bir halde ‘‘şaşırdın mı kızanım 1 sen sokaklar gavur kaynar kimse evden çıkmaz otur oturduğun yere’’ diyerek beni annemin yanına göndermişti. Nenemdeki tedirgin hal annemde de görünüyor ama belli etmemeye çalışıyordu. Bir yandan tarhana karıştırıyor bir yandan da gözyaşlarını siliyordu. Neneme sorduğum soruyu anneme de sordum o da ne yazık ki bunun şuanda mümkün olmayacağını söyleyerek beni yanından gönderdi. O güne kadar hiç yaşamadığım bir sessizlik hakimdi evimizde ne olduğunu düşünürken kız kardeşimin ağlaması bozmuştu derin sessizliği, annem sofrayı kurmuş bir koca tepsi tarhana yapmıştı ancak ne annem ne de nenem birer kaşık yudumlamadan kalkmıştı sofradan. Sessiz, sakin ve gerginlik ile dolu bir gün yaşıyorduk. Portanın açıldığını duydum o sırada babam ve büyük amcam telaş içinde ‘‘çabuk kalkın, toparlanın gidiyoruz!’’ dedi. Annem ve nenem ‘‘hemen şimdi mi, o gün geldi mi Hasan?’’ diye sormuşlardı babama, babam ise gözlerinde hüzün ile başını sallayarak onaylamıştı onların sorusunu…
Ne olduğundan bir haber bir sağa bir sola annemlerin peşinde koşturmaya başladım, eşyalarımızı topluyorlardı, nenem ise bir yandan ağlıyor bir yandan dedemden hatıra kalan eşyaları çuvallıyordu. Ne olduğunu bilmesem de ben de kapılmıştım onların telaşına bir yere gidiyorduk belli ama neden, ne zaman dönecektik evimize nenem neden dedemden kalan martin tüfeği de alıyordu yanına aklımda bir sürü soru ile yalnızca hep oynadığım, babamın yaptığı tahta arabamı koymuştum bende çuvala. Annem kardeşimi giydirmiş kahvaltı bulaşıklarını yıkıyordu bir yandan, babam girdi mutfağa anneme dönerek ‘‘ Mümine neden yıkıyorsun bulaşıkları sanki geri dönüp bir daha kullanacağız’’ demişti, annem ise gözünde yaşlar ile ‘‘biz gidiyoruz ama gelene yeni yuva burası temiz bırakalım’’ diyerek cevap vermişti. Daha sonra hep birlikte çıktık iki katlı, bahçesi güller ile dolu evimizden, önce ahıra gidip Sarıbaş ve Kara Kız ile vedalaştık yemlerini sularını yeniledik herkes ağlıyordu, nenem eğilip bahçemizin toprağını öpüp evde ısladığı havluya bahçeden bir gül kopararak saklamıştı çuvalın bir kıyısına. Babam portayı açtı, çıkardı hepimizi evin hariminden 3arkasını döndü, kilitledi ama anahtarı üzerinde bırakmıştı… Büyük amcam, yengem ve çocukları da gelmişti yanımıza sokak boyu yürüdük ne evlerde ışık ne de ses vardı daha garibi bütün portaların anahtarları üzerlerinde bırakılmıştı. Sokağın başında bir araba bekliyordu bizi sıkış tıkış yerleşmiştik arabaya konuşmadan etrafı izliyordu herkes sanki son defa bakar gibi…
Annem yolumuz uzun biraz uyu demişti bana etrafı izlerken uyuya kalmışım. Gözlerimi açtığımda babamın bizi getiren adama bir sürü altın verdiğini görmüştüm. Geldiğimiz yerde yanında eşyalarıyla bekleyen bir sürü insan vardı. Babam eğilip kulağıma ‘’seni hep merak ettiğin Selanik Limanına getirdim 9. Yaşının armağanı olsun’’ dedi. İlk defa mutluluk içerisinde güneşin, denizin ardından doğuşunu izlemiştim o gün. Karnımız acıkmıştı en son annemin evde yaptığı tarhanadan yemiştik, annem çuvalın içinden pirinç pidesi ve karma 4 çıkarmıştı hep birlikte birkaç yudum aldık. Çadırlar kurulmuştu etrafa, babam bizi yerleştirdi onlardan birine, nenem uyumuş annem ise kardeşimi uyutuyordu çadırın içinde, bende çadırın önünde tek başıma hem olanları düşünüyor hem de arabam ile oynuyordum ki arkadaşım Hüseyin ve Mümin’in sesini duymuştum uzun zamandır görüşemiyorduk sarıldık ve hep birlikte oynamaya başladık…
Babam hem liman hayalimi hem de arkadaşlarım ile oynama hayalimi gerçekleştirmişti. Bir hafta kadar çadırda kaldık nenem biraz hastalanmış öksürüyordu, arada gemiler geliyor birilerini alıyor götürüyordu. Yine bir gün çadırın önünde oyun oynarken herkes bir anda ayaklanmıştı hep bir ağızdan ‘‘geldi Gülcemal geldi’’ diye bağırıyordu. Hüseyin ve Mümin koşarak ailesinin yanına gitmişti, sırayla herkes gemilere alındı babam nenemi sırtına aldı, annem kardeşimi kucakladı yerleşmiştik geminin her bir köşesine…
Uzun boylu yapılı bir adam güvertenin ucundan beri ‘‘yolculuğumuz yaklaşık sekiz ila dokuz gün sürecek herkese sabırlı yolculuklar’’ diye seslenmişti. Nenem gün geçtikçe daha da kötüleşiyor, gemide herkes hastalıklarla boğuşuyordu. Yanımızdaki yiyecekler ile öğün geçiriyor birbirimize sarılarak ısınıyorduk. Yolculuğun dördüncü günüydü güneş batmak üzereydi gemide bir anda çığlıklar yükselmeye başlamıştı herkes ağlıyor şaşkın bakışlarla birbirlerine bakıyordu, babam annemin kulağına eğilip benden saklarcasına ‘‘karşı komşumuz emine nene vefat etmiş’’ diye fısıldadı. Herkes bir anda ayaklandı çocuklar bir köşeye çekildi ben, Hüseyin ve Mümin gizlice olup bitenleri izliyorduk. Emine neneyi bembeyaz bir çarşafa sarıp denizin sularına bırakmışlardı… Gün geçtikçe birkaç defa daha şahit olduk bu duruma. Nenemin durumu da günden güne ciddileşiyordu onu da denize bırakırlar diye çok korkup gizli gizli ağlıyordum. Yolculuğun altıncı günü güneş dünyayı yeni ısıtmaya başlamıştı yine bir çığlık yükseldi çok korkmuştum yine birini denize bırakıp gideceğimizi sanmıştım ki Hüseyin’in kardeşinin doğduğunu öğrendik, doğan Fatma bebek günler sonra herkesin gülümsemesini sağlamıştı…
Yolculuğun dokuzuncu günüydü Gülcemal bir kıyaya doğru yaklaşmaya başlamıştı herkes ayaklandı ‘‘geldik, tekrar geldik’’ diyerek bağırmaya başladı. Bir yere gelmiştik evet ama neden ‘‘tekrar’’ diyorlardı sorusu aklımı kurcalamaya başlamıştı. Sırayla gemilerden indirilmeye başlandık nenemin durumu iyice ağırlaşmıştı babam bizi karşılayanlara durumu bildirerek nenemi hemen revire götürmüştü. Bizi karşılayanlar ‘‘Türkiye’ye anayurdunuza hoş geldiniz’’ diyerek teker teker üzerlerimizi kontrol ettiler, saçlarımızı kestiler, banyo yaptırdılar… Nereye geldiğimizden bir haber yine herkes etrafı inceliyordu. Bir süre karantinada çadırlarda beklettiler bizi sonra herkese birer ev gösterdiler ve çuvallarımızı alarak o evlere yerleştirdiler. O süre içerisinde nenem biraz daha toparlamıştı kendini. Babam bize verilen evin artık yeni yuvamız olduğunu söyleyerek, asıl vatanımıza olan temelli dönüşümüzü anlatmıştı. Annem eşyalarımızı yerleştirdi, nenemin havluya sardığı pembe gülü dikti hemen yeni yuvamızın bahçesine… Harime çıktım belki Hüseyin ve Mümin’i görürüm diye ama babamın onların başka köye yerleştirildiğini söylemesiyle ağlayarak eve döndüm. Hükümet eski evimizde olduğu gibi bir Sarı başla Kara kız vermişti bize, yine annem onlara bakacak babam da bahçe işleriyle uğraşacaktı. Babam beni yeni harfleri öğreneyim diye okula yazdırdı, okulda bir sürü farklı arkadaşım olmuştu ama bana kızdıklarında ya da benimle oynamak istemediklerinde ‘‘gavur tohumu’’ diyerek dışlarlardı. Bende onlara gemiden inerken babamlardan duyduğum ‘‘biz Türkiye’ye yeni değil tekrar geldik’’ sözlerini söyler ağlayarak eve gelirdim. Okuldan döndüğüm bir gün evin önünü çok kalabalık görmüştüm, korkarak eve girdiğimde annem ‘‘nenemizi kaybettik’’ diyerek beni bir köşeye oturtmuştu. Nenem eski evimizden çıkıp buraya geldiğimiz her gün ‘‘Selanik Selanik’’ diye sayıklaya sayıklaya kapamıştı dünyaya gözlerini… O gün tüm bu yaşananların sebebinin ben dokuz yaşıma girdiğim için olduğunu sanmıştım, yeni yaşım benden hem yurdumuzu hem evimizi hem arkadaşlarımı hem de çok sevdiğim güzel nenemi almıştı…
Yeni bir hayata alışmak aylar yıllar sürmüştü aklımın erdiği güne kadar doğum günlerimden nefret etmiştim, sanki yaşanan tüm acıların sebebi benim yaş almammış gibi. Aylar yıllar geçti tek tek Yunanistan ve Türkiye arasında yapılan nüfus mübadelesinde aktif görev alan, Selanik ve Girit’ten Türkiye’ye gelen mübadilleri İstanbul, İzmir ve Karadeniz limanlarına taşıyan gemi. annemi, babamı kaybettim dedemi gömdüğümüz topraklardan ayrı gömdük onları, hepsinin kabrine nenemin memleketten getirdiği güllerden diktim… Şimdi karşımda dedemin martin tüfeği, nenemin mis kokulu gülleri, babamın yaptığı tahta arabam ve annemin emanet ettiği kardeşimle yine bir yaş daha alıyorum… Dokuz yaşıma girdiğim günkü gibi evi mis gibi bir tarhana kokusu sarmıştı, bu sefer Hüseyin ve Mümin gelebilmişti oyun oynayamadık ama hasretlerimizi, acılarımızı yâd etmiştik birlikte… Vatanımız, yurdumuz Türkiye’ydi evet ama memleketimiz hep nenemin sayıklayarak öldüğü Selanik olarak kaldı…